20 Haziran 2009 Cumartesi

MİSTİK SAVAŞÇILAR I. Bölüm ÜÇ KAN

MİSTİK SAVAŞÇILAR

I. Bölüm


Üçümüzde oldukça sıkılmış bir halde oturuyorduk. Tuli pencerenin içindeki boşluğa oturmuş bir ayağını aşağıya sarkıtmıştı. Annie ise, kısaca Ann diyoruz, sadece onu sinirlendirmek istediğimde Annie diyordum, güneşlenir gibi gözlerini kapatmış, yatağımın başucunda ayaklarını sallıyordu. Bense yatağın ayakucuna yığdığım yastıklara gömülmüştüm.
Boğucu derecede sıcak bir gündü. Yaz tatilinin ortasındaydık ve şimdiden iple çektiğim tatilden bıkmıştım. Eh, en azından üçümüz de tatil planlarımız yattığı için kızgındık. Tuli iç çekti ve yeter artık diye düşündüm. Yatağımın üzerinde bağdaş kurdum. Ve birkaç karış havalandım. Ann güç kullandığımı hissederek gözlerini açtı.
Konuşmadı ama gözlerini kıstığını gördüm ve üzerimde hafif bir baskı hissettim. Yataktan biraz daha havalandım. Ann’in uyguladığı güç de arttı. Ellerimi yukarıya kaldırarak onun baskısını durdurmaya odaklandım.
Birden Tuli’nin kahkahasıyla irkildik. Bana bakarak kahkahalarla gülüyordu. O kadar ki neredeyse dengesizce oturduğu pervazdan düşecekti. Havada durmuş yukarıdan gelen görünmeyen şeylerle boğuşurken çok komik gözüküyor olmalıydım. Ona sırttım. Ann üzerime uyguladığı gücü kaldırdı ve ben de sessizce yeniden yatağa kondum.
Biz ailemizden gelen bazı güçlere sahiptik. Bu güçler kuşaktan kuşağa aktarılıyordu. Hepimizde benzer güçler vardı ancak her birimiz tek bir güçte en iyiydik. Benim gücüm telekineziydi. Yani cisimleri dokunmadan hareket ettirebiliyordum. Ben uçmak olduğunda ısrar etsem de herkes süzülmek dediği için öyle söyleyeceğim, çok iyi süzülebiliyorum. Yüksek yerlerden atlamayı seviyorum, ne yapayım. Yerden yükselebilmem ise sadece birkaç metre… Şimdiye kadar dört metreye hızla zıplamayı başardım. Ancak insanlar görebileceği için gücümün sınırlarını fazla zorlayamıyorum.
Ann iyileştirme gücüne sahip. Elbette diğer güçleri de var ama iyileştirmekte çok iyidir. Birçok kez benim ve Tuli’nin başını dertten kurtardı.
Tuli’nin yeteneği biraz daha karışık. O bazı şeyler görüyor. Bunlar basitçe bir öğretmen gelmediği için dersin boş geçeceği de olabiliyor, anlayamadığımız şeyler de.
Ailemizin bu güçler dışında bir özelliği daha var. Hepimiz, yani ailede güçleri olan herkes çünkü güçleri olmayanlar da var, normal insanlardan birazcık daha uzun yaşıyor. Yaşam süremiz yüz elli ile iki yüz arasında değişiyor. Tam olarak ne kadar olduğunu kimse bilmiyor. Çünkü aile fertlerimiz hiçbiri yaşlılıktan ölmedi. Güçleri nedeniyle başlarına çeşitli kazalar gelmiş. Bu bildiğim bir konu değil. Bahsetmekten hoşlanmadıkları şeyler var. Tuli henüz on beş yaşında. Ben yirmi yaşındayım. Ann ise neredeyse elli. Ancak ben on altı belki on yedi gibi gözükürken, Ann on sekiz yaşında gösteriyor, Tuli ise gerçek yaşını.
Ann ayaklarını sallamaya devam ederken bir ses duydum. Müzik setimin kapağı açıldı Ann ayağa kalkıp CDlerimi karıştırmaya başladı.
Bu sırada bir çığlık duydum ve şimşek hızıyla arkamı döndüm. Bir saniye önce Tuli’nin oturduğu pencere boştu. İçgüdüsel olarak uzandım ve Tuli’yi havada bulup durdurdum. Onu o şekilde tutmaya devam ederek pencereye çıktım. Ann endişeyle aşağı baktı ve alt katın ortasında havada debelenen Tuli’yi görünce gülmeye başladı. Tuli kendi de inebilirdi ama düşüşünü ne kadar yavaşlatsa da benim kadar rahat olmazdı.
Onu tutmayı bıraktım. Bir metreden aşağıya kondu. Başını kaldırıp kahkahalarla kırılan ikimize baktı ve onu yukarıya uçurmam için kollarını kaldırdı. Tuli’ye dil çıkardım. Küsmüş numarası yaparak bahçede yürümeye başladı. Kısa sarı saçlarını savurarak, zıplamaya başladı, bir yandan da koşuyordu.
Gerçekten de henüz çok çocuktu. Uzun yaşamanın bir etkisi de geç olgunlaşmaktı. Ann Tuli’yle ilgilenmeyi bırakarak müzik seçmeye döndü. Muse’dan bir parça seçmişti. Bu şarkıyı ben de seviyordum. Tekrar Tuli’ye baktım ve yere çömelmiş olduğunu fark ettim. Odamın penceresine sırtı dönük olduğu için emin olamıyordum. Yere oturup başını ellerinin arasına aldığını gördüm ve pencerenin pervazına basarak aşağıya atladım.
Hızla aşağıya Tuli’ye doğru uçtum. Yanına indiğimi duyunca başını bana çevirdi. Gözleri doluydu. Neredeyse ağlamak üzere gibiydi. Yüzündeki ifade tüylerimi ürpertti. Bir şeyler görürken yüzünde hep boş, korkutucu bir ifade olurdu. Buna bir türlü alışabilmiş değildim. Ama bu sefer acı çekiyormuş gibiydi. Ann’in yanımıza koştuğunu hissettim. Biraz geç kalmıştı çünkü pencereden atlamak gibi bir seçeneği yoktu.
Elimi Tuli’nin omzuna koydum. “Göster bana.”
Görüntüler gözümün önünde canlandı. Kendi omzumda Ann’in elini hissettim. O da benden alıyordu. Başta bulanıktı. Sonra bulanıklığın sebebinin karanlık olduğunu fark ettim.
Karanlıktı, ay ışığı yoktu, hiçbir ışık yoktu. O kadar karanlıktı ki ilerlediğim yolda duvarlara çarpıyordum. Canım yandı ama durmadım. Çünkü hayatım pahasına kaçıyordum. Arkamda sert bir çarpma sesi duydum ve istemeden korkuyla inledim. Ayağım önümdeki bir şeye takıldı ve yüzükoyun düştüm. Kaçma şansım kalmamıştı. Bu… Bu canavarlar beni öldürecekti…
“Ha ha ha ha. Ne sakar.” Arkamdaki karaltı ilgilenmiş gibi yanıma eğildi.
“İyisin değil mi? Boynunu kırmadığını umuyorum?” Kalp atışlarım hızlandı.
“İ-İyi.” diye mırıldandım.
Karanlıkta gülümsediğini fark ettim. O kadar karanlıktı ki sesini duyana kadar kadın olduğunu anlayamamıştım.
“Aferin sana,” dedi sessizce. “Kanının soğumasını istemem.”
Adam bağırdı. Aynı anda Tuli de bağırdı. Elim omzundan düştü ve görüntüler kesildi. Üçümüz de nefes nefeseydik. Kollarımı Tuli’ye sardım. Hıçkırmamaya çalışıyordu.
“Geçti Tuli’m. Yok bir şey.”
Tuli gözlerini iri iri açtı. “Daha olmadı.”
Bu cümle aramıza yıldırım gibi düştü. “O zaman endişelenme. Ann ve ben gidip o adamı bulacağız.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder