21 Haziran 2009 Pazar

MİSTİK SAVAŞÇILAR II. Bölüm GEZGİN

Ann bana gözlerini kısarak baktı. Bu fikirden hoşlanmadığı anlaşılıyordu. Tuli ağlamayı kesmişti. Ann onun koluna girip, Tuli’yi eve yürüttü. Ben Tuli’nin görüyü aldığı yere oturdum. Harekete geçmeden önce bu konuda düşünmeye ihtiyacım vardı.
Gördüğümüz sahneyi anlayamıyordum. “Kanının soğumasını istemem.” Ne demek olabilir? Bu bir şifre miydi? Ama adam onlardan ölesiye korkuyordu. Onu yakalayan insanlar adamı sapkınca bir deney için mi kullanacaklardı yoksa… Adamın bir gücü mü vardı? Bu sonucu anlayabilsem de beğenmedim. Olsaydı kullandığını görürdük, en azından aklından geçerdi.
Bizler bilim insanları tarafından ömrümüz boyunca test denekleri olarak kullanılmamak için güçlerimizi saklıyorduk. Ama onun gibi değil. Adam saf korku hissediyordu. Onlara karşı hiçbir savunması yoktu.
Adamı bulabilmek için nerede olduğunu bilmemiz gerekiyordu. Görüntülerde ipucu aradım. Bu kadar karanlık olması şart mıydı?
Görüntüleri taramaya devam ederek eve doğru yürüdüm. Evimiz ormanın içinde olduğundan etraftaki ağaçlarla gizleniyordu. Tahta iki katlı bir evdi. Bir de çatı katı vardı. Benim odam. Çoğunlukla pencereme oturup, hava soğuksa da yatağımda yattığım yerden yıldızları izlemeyi çok severdim. Aynı yıldızlara bakan milyonlarca insan olduğunu düşünmekten hoşlanırdım.
Tahta verandada ilerledim. Aralık kapıyı açtım. Ann ve Tuli salondaydılar. Girer girmez Ann konuştu.
“Olayın olmasına dört gün varmış.”
Tuli’ye baktım. Gördüğü şeyler nadiren gelecekten olurdu. Bu kadar kesin zamanı bilmesi daha da nadirdi.
“Bu, gerçekten önemli bir şey, değil mi?” diye mırıldandım kendi kendime. “Peki, onu nasıl bulacağız?
Ann hafifçe gülümsedi. “Bunu fark edeceğini sanırdım, yeterince karanlıktı.”
Yeterince mi? Hiçbir şey göremememin nedeni karanlıktı.
“Adamın üzerinde düşünecek zamanı olmadı ama başını kadına bakmak için kaldırdığında yıldızları gördü.”
“Ah,” Şaşırmıştım. “Günü biliyoruz ama saati bilmeden yeri bulamayız, ya da yeri bilmeden saati?”
“Eh, kuzey yarım kürede olduğunu biliyoruz.”
Ah, harika! Diyecektim tam Ann devam etti.
“Gece olduğunu da göze alırsak geriye sadece Kuzey Amerika kalıyor.”
Ona güldüm sonra aklıma geldi.
“Yeniay olacak. Karanlık bir gece... Sokaklara tek tek bakamayız yardıma ihtiyacımız var.”
Bunu söyleyince Ann kızardı. İçimden güldüm. Aynı anda kapı çaldı. Gelen kişiyle kan bağımız olduğunda onu hissedebilirdik. “Annem geldi Ann.”
Koşup kapıyı açtım. Annemin siyah uzun saçları ve gözleri vardır ve bizim gibidir. Hem annemin hem babamın gücü olduğundan ben potansiyel olarak güç açısından şanslıydım.
Annem gülümseyerek içeri girdi. Ann ve Tuli’nin içeride olmasını garipsemedi. İçeride olmasalar şaşırırdı. Son beş yıldır hep beraberdik.
“Tatlım, endişelisin. Üçünüz de, üstelik Tuli ağlamış. Neyiniz var?”
“Bir şey gördü Tuli ve eee…. Şey yani bi gidip bakmamız lazım gidebilir miyiz?”
“Nereye?” Ne kadar güçlerimiz olsa da annem anneydi işte.
“Bilmiyoruz, henüz. Bunun için de Kanae’yi görmemiz lazım.”
Annem Ann’e araba anahtarlarını attı. Benim kullanmama henüz izin yoktu. “Kanae aile büyüklerini ziyarete gitmişti ama şimdi evindedir. Dikkatli olun çocuklar ve geri geldiğinizde bana nereye gideceğinizi söyleyeceksiniz, uzaksa sizinle geleceğim.”
“Peki, anne.” Ona hoşça kal deyip koşa koşa arabaya bindik.
Ann sürücü koltuğuna oturdu ve oldukça yavaş sürmeye başladı. Aklından neler geçtiğini bilmiyordum ama iyice kızarmıştı. Kahkahalar atan ruh halimi hissedince dalgınlığından kurtuldu.
Güzel bir manzarası olan bizimkinden küçük taş evin önünde durduk. Kanae bizim gibi gücü olan biriydi. Aslında akrabamızdı, hepimizin. Ama kanlar bize gelene kadar o kadar karışmıştı, akrabamız sayılabileceğinden emin değildim. En geçmiş soyumuz üç kardeşin çocuklarına dayanıyordu. Çocuklarının çocuklarının torunlarına… Kan bağımız öyle azalmıştı ki onu hissedemiyorduk.
Ann kapıyı çaldı. Ve anında açıldı. Kanae bize gülümseyerek baktı.
“Sizi uzun süredir görmüyorum. Büyümüşsün Tuli, hadi içeri gelin.”
Onun peşinden eve girdik. Güzel bir evdi ama uzun süredir kullanılmadığı belliydi. Kanae bir süredir dünyayı geziyordu. Oturmadık, acelemiz vardı. Bunu fark etti.
“Kanae, bizim birini bulmamız gerekiyor.”
Kanae’nin gülümsemesi azaldı. “Ah, ben de beni özlediğin için geldiğini sanmıştım Ann.”
“Elbette.” Ann dudağını ısırdı ama söz bir kere ağzında kaçmıştı.
Kanae onun yüz ifadesine güldü ve Ann daha çok kızardı.
Ses çıkarmadan odanın içini inceledim. Kanae yetmiş yıldır dünyadaydı ve yirmi beş gibi gösteriyordu. Ann ile aralarında sadece yirmi beş yıl vardı ve bu bizim için hiçbir şeydi. Ann onu her gördüğünde sakin halini kaybeder çocuğa dönerdi. Az önceki gibi. Ondan hoşlandığını düşünüyordum ama ikisi de bu konuda herhangi bir şey demiyorlardı. Kanae yakışıklıydı bunu kabul ediyordum. Benden elli yaş büyüktü ve bu fazla olduğu için onunla hiç ilgilenmemiştim. Aslında normal insan yılına oranlarsak daha yeni genç kız oluyordum denebilirdi. Gösterdiğim yaşta hissediyordum ama şimdiye kadar kimseye âşık olmamıştım. Bazılarımız asla evlenmezdi, bu garip değildi. İnsan erkekleri aptal buluyordum ve onlara neden âşık olunabileceğini anlayamıyordum. Bu benim için bir muammaydı.
Ann ve Kanae’nin yeniden konuşmaya başladıklarını fark ettim.
“Aradığımız adam…”
“Adam?” Kanae‘nin aradığımız kişinin erkek olmasına takılması ne komikti.
“Evet, kim olduğunu bilmiyoruz. Ama dört gün sonra yeniayda onu kuzey Amerika’da bulmamız gerekiyor.”
Kanae buna şüpheyle yaklaştı. “Gösterin.” Elini Ann’in omzuna koydu. Ann görüntülere odaklanmak için gözlerini kapattı.
Kanae’nin en iyi olduğu konu bir şeyin nerede olduğunu bulmaktı. Aslında böyle tanımlamak yetmez. O dünyayı geziyordu çünkü nerede olması gerektiğine dair bir şeyler hissediyordu. Yani bilmeden geziyordu. Bize pek çok insanı bu şekilde kurtardığından bahsetmişlerdi.
“Hımm… Sanırım nerede olacağını biliyorum.” Kanae bir harita çıkardı. Eliyle gösterdi. Çok uzakta değildi. “Sizinle gelmemi ister misin?” Bunu direk Ann’e sormuştu.
“Hayır, biz hallederiz.”
Tuli ve ben önden çıktık ve arabada beklemeye başladık. Ann geldiğinde iyice kızarmıştı, tam ne olduğunu soracaktım ki…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder