21 Haziran 2009 Pazar

MİSTİK SAVAŞÇILAR III. Bölüm PUSU

Ann’in gözünden… (2.Bölümün bitişinin birkaç dakika öncesinden başlıyor)

Tuli’nin sarı saçlarının kapının ardında kayboluşunu izledim. Başımı çevirmedim. Kanae’nin yüzüne bakabileceğimi sanmıyordum. Onun bana baktığını hissedebiliyordum ama... Sessizlik birkaç saniye daha uzadı.
“Özür dilerim.”
Öfkeyle ona döndüm. “İki yıldır ortada yoksun ve bana tek söyleyeceğin ‘Özür dilerim!’ mi?”
Bu sefer gözlerine bakabiliyordum.
“Bu gücün nasıl olduğunu bilmiyorsun. Beni çağıran bir şey olduğu zaman gitmekten başka çarem kalmıyor.”
Söylemek üzere olduğum sözleri düşünürken içim acıyla parçalandı. “Eğer isteseydin, seninle gelmemi isteseydin ben…”
“Biliyorum. Ama senin bunu yapmanı istemedim. Benimle gelmeni ne kadar istediğimi anlayamazsın. Ama nereye gittiğimi, ne kadar süreceğini bilmiyordum, seni de…”
“Çok kötü bir yalancısın.”
“Yalan söylemiyorum Ann.”
Ne olduğunu anlayamadan beni kollarının arasına aldı. Siyah gözleri, düşündüklerini söylüyor gibi bakıyordu. Bakışlarımı kaçıramadım. Bana doğru eğildi. Birden içimde panik baş gösterdi. Onu iterek geri çekildim. Biraz da güç kullanmıştım bu yüzden benden birkaç adım uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Bir şey söylemesine izin vermeden fırtına gibi dışarı çıktım.
Hızlı adımlarla uzaklaştım ama bir yanım beni geri çağırmasını, beni düşündüğüne ikna etmesini istiyordu. Seslenmedi.
Öfkeyle arabanın kapısını açtım. Yüzümün Kanae’yle yalnız kaldığımız an kızarmaya başladığından emindim. Söyleyeceği ne vardıysa, yan koltukta oturan Li vazgeçti. Kapıyı çarpıp arabayı çalıştırdım.
Kanae beni delirtmek için var olmuş olmalıydı. Ona âşık olduğumu bile bile niye böyle yapıyordu? Buna verebildiğim tek cevap beni benim onu sevdiğim gibi sevmiyor olmasıydı. Hiçbir şey söylemeden çekip gittiğinde ne olduğunu başkalarından öğrenmek zorunda kalmıştım. Onu bir daha düşünmeyeceğime yemin etmiştim ve buna sadık kalmıştım da. Ama şimdi böyle yakınımda olunca, bana bakınca… Li’nin düşüncelerini hissettim, yüzümün kızarmasını komik bulmuştu.
Sapağı kaçırmamak için kendimi sakinleşmeye zorladım. Nereye gittiğimizi fark ettiği an yaşanacak patlamayı bekliyordum. Li, beline kadar uzanan kahverengi, dalgalı saçlarını savurarak bana döndü.
“Hayır! Ona ihtiyacımız yok!”
Cevap vermeyip yola odaklandım. Tuli, Li’nin öfkeli çıkışına bir an şaşırdı sonra nereye gittiğimizi o da anladı.
“J çok eğlenceli.” dedi gülerek. Li kollarını kavuşturup pencereden dışarı bakmaya başladı ve yol boyunca da bir daha konuşmadı.
Ağaçlı yoldan çıkıp başka arabalarla otoyolda ilerledik. Birbirinin benzeri bahçeli evlerden birinin önünde durdum. Tuli neşeyle gülerek, zili çalmadan, bahçenin arkasına dolaştı. Diğer evlerdeki insanların hepsi yaz tatilinde olduğu için sokak neredeyse terk edilmiş gibiydi.
Evin çevresinden dolandık. Jared birkaç metre ilerimizde, sırtı bize dönük çömelmiş, bahçeyle uğraşıyordu. Bahçe kuru havaya inat oldukça çamurluydu.
Sessizce gelmiştik ama bizi, en azından gerçek kan bağları olduğu için Tuli’yi hissetmesi gerekirdi. Yine de yerinden kıpırdamadı. Li’nin öfkesini hissettim. Yerden bir miktar çamur havalandırdı. Ellerinin arasında, havada, sıkarak suyu akıttı ve toprağı yumruk haline getirdi. Elini ileri uzattı ve toprak kurşun gibi Jared’in sırtına doğru uçtu.
Toprağın sırtına çarpmasını bekledim ama son anda sadece dönüp yüzüne doğru gelen toprağa bakacak kadar başını çevirdi. Topraktan yumruk havada patladı.
Jared sakince ayağa kalktı. Kanae’nin aksine onun kısa siyah saçları vardı ama en az Kanae kadar uzamıştı. Li’den sadece birkaç yıl büyük olduğu için hâlâ uzamaya devam ediyordu.
Gülümseyerek “Hoş geldiniz.” dedi, bunu sadece bana ve Tuli’ye bakarak söylemişti. Li’yi özellikle dışlamıştı. Arkamızda bir şeylerin havalandığını hissettim. Hemen Li’nin kolunu yakaladım, sakinleştiğini hissettim.
“Sen de hoş geldin, ama kafama bir şeyler fırlatmadan da gelebilirdin, sanırım.” Jared Li’ye yüzünü buruşturarak baktı.
Li’nin yüzü kızardı. “O zaman bizi fark ettiğinde arkanı dönme zahmetine katlansaydın.”
Bu itişmenin asla bitmeyeceğini veya kavgayla sonuçlanacağını deneyimlerimden bilerek konuya girdim. “Biz bir yere gidiyoruz. Biraz tehlikeli olabilir ama gelmek ister misin diye soracaktık.”
Tuli neşeyle ona görüsünü anlatmaya başladı. O, Li’den fazla olmasa da Jared’i çok severdi. Çünkü gerçekten yakın akrabalardı. Çaktırmadan Li’ye baktım. Bakışlarını çamurlu toprağa dikmişti.
O ve Jared’in yaşları birbirine çok yakın olduğundan çocukluklarını hep birlikte geçirmişlerdi. Ben ve Tuli’den önce Li’nin en yakın arkadaşıydı ama bu on yıldan önceydi. Yetenekleri benzer olduğu için eğitimlerini de beraber almışlardı. İkisinin arasındaki rekabet büyüklerce körüklendiği için sonunda arkadaştan çok rakiplere dönüşmüşlerdi. Sürekli yarış halindeydiler ve ikisi de birbirlerinden hoşlanmaz olmuştu. Karşılaştıkları zaman birbirleriyle kavga etmeden duramıyorlardı.
Bu durum açıkça ailedeki büyükleri hayal kırıklığına uğratmıştı. İkisi aynen benimle Kanae gibi güce sahip olmalarına rağmen, kan bağına sahip değillerdi. Akraba olmadıkları için birbirlerine uygun görülmüşlerdi. Li’nin hem annesi hem babası güce sahip olduğundan kendi de pek çoğumuzdan güçlüydü. Jared’in büyüklerinden sadece biri güce sahip değildi. İkisinin böyle kötü anlaşması can sıkıcıydı. Li bunu öğrendiğinde evlerinde çıkan patırtıyı hatırlıyordum. Evden kaçıp bana gelmişti. Ama bu Jared ile arkadaşlıklarının bitmesinden sonraydı.
Jared’in konuştuğunu fark ettim.
“Eminim size yardım etmemi sen istemişsindir. Ne de olsa hiçbir şeyi kendi başına halledecek kadar cesur olamadın.”
Li’nin damarına basıyordu. Ben engelleyemeden dört bir yandan çamurlar havalandı ve Jared’e doğru uçtu. Jared bu tepkiyi bekliyormuşçasına bizim tarafımızdan gelen toprakları patlattı. Tuli ve ben yeterince hızlı bir biçimde kalkan oluşturamadan her yanımız çamur oldu. Li içgüdüsel olarak yeterince hızlı bir biçimde kendini korumuştu.
Jared’in farkına varmadığı toprakların sadece bizim tarafımızdan havalanmadığıydı. Arkasından gelen toprak yığını sırtına ve başına çarparak onu yüz üstü yere düşürdü.
Jared eliyle yüzündeki çamurları silerek ayağa kalktı. Li yüzünde oldukça hain bir gülümsemeyle kollarını kavuşturdu. “4–2”
Jared bir şey söylemedi. Bu aralarındaki aptalca rekabetin sonucuydu. Her dövüşlerinin kaydını tutuyorlardı. Berabere kaldıklarında sıfırdan başlıyorlardı. Ve şu anda Li öndeydi. Bu da önümüzdeki günlerde arkasını kollamak zorunda kalacağı anlamına geliyordu. Bunu bizim yapmamıza izin vermiyordu. İkisi de aralarındaki kavgalara kimsenin karışmasını istemiyorlardı.
Jared tüm giysileri çamur içinde değilmiş gibi sakince konuştu. “Sanırım sizinle geleceğim, biri işleri batırmasına engel olmalı.”
Li hiçbir şey söylemedi. Atılan taşa rağmen aldığı puandan dolayı yüzündeki sırıtış silinmemişti. Jared de bunu fark etti. Yüzünü buruşturarak arkasını döndü ve dağılmış bahçeyle ilgilenmeye başladı. Jared yıllardır onun ismini söylememeye özen gösteriyordu, bu da inatlaşmalarının bir parçasıydı. İkisi arkadaşken ona asıl ismi yerine Li diyen tek kişi Jared’di. Ama bu hale geldiklerinden beri, Li, ben hariç kimsenin ona böyle seslenmesine izin vermiyordu. Jared de asla onun adını söylemiyordu.
Li’nin evine döndük. Annesi bize yemek hazırlamıştı. Masaya otururken en büyük olduğum için bana geleceğini bildiğim sorgu başladı.
“Kızlar, nereye gideceğinizi öğrendiniz mi?”
“Evet, Kanae söyledi.” Bu konuyu hemen geçtim. “Tuli tehlikede olan bir adamı gördü. Tuli’nin onu neden gördüğünü anlamaya çalışacağız ve kendimizi tehlikeye sokacak şekilde müdahale etmeyeceğiz. Görü gerçekleşmeden olaya karışmayacağız ve biter bitmez telefon edeceğiz.”
Li’nin annesi gülümsedi. O hatırlatmadan söyleyeceklerini saymıştım.
“Üstelik Jared de bizimle geliyor. Onun bir şeyleri patlatma gücü yanımızdayken, sorun olacağını sanmam.”
“Jared de mi?” Annesi Li’ye baktı. Ama Li başını eğmiş sabırsızca parmaklarını masaya vurduğu için onun Jared hakkındaki hislerinin değişmediğini anladı.
Tuli koşup haritayı getirdi. Ben de gideceğimiz yeri gösterdim.
“Şehrin dış kısımlarında, sokağın tam yerini bilmiyoruz ama biraz erken gidersek bulabileceğimizi sanıyorum. Şu dağın yakınlarında...”
Birden Li’nin annesinin yüzü asıldı.
“Bir sorun mu var?”
“Hayır, hayır, sanmıyorum, eminim yoktur.” Tekrar gülümsedi. Li ile göz göze geldik. Annesinin bu davranışı onun gibi bana da garip gelmişti.
Akşamki sohbetimizi havadan sudan konularla geçiştirdik. Okuldaki oğlanlardan ve başarabilirsek(!) yaz tatili için nereye gideceğimizden konuştuk. Li’nin annesi neredeyse hiç konuşmadı.
Sabah gün doğarken Tuli’yi uyandırdım. Li’ye doğru giderken gözlerinin açık olduğunu fark ettim. Acaba ne kadardır uyanıktı? Sessizce giyinip kahvaltı ettik. Biz evden ayrılırken gün daha yeni doğuyordu.
Jared’i almaya giderken. Li radyoda çalan tüm şarkılara yüksek sesle eşlik etti. Müzik onun en büyük zevklerinden biriydi. Bir de uzay, yıldızlara, kuyrukluyıldızlara, uzayla ilgili her şeye bayılırdı. Bu neşeli halinin Jared arabaya bindikten sonra takınacağı sessiz tavra (protestoya!) dayanabilmek için olduğunu biliyordum.
Gerçekten de Jared arabaya bindikten sonra ikisi de neredeyse hiç konuşmadı. Müziği biraz daha açıp onlara aldırmamaya karar verdim. Aşağı yukarı aradığımız yere vardığımızda akşam güneşi yeni kızarmaya başlıyordu.
Sokaklarda rasgele gezindim. Li’nin yüzünde ‘uçarak arasam şimdiye bulmuştum’ bakışı vardı ama Jared onunla dalga geçeceğinden söylemedi. Sonunda sokağı bulduğumuzda arabayı birkaç blok öteye park ettim.
Dördümüz sessizce yürüyerek sokağa geldik. Sadece görü’den bildiğimiz bir yeri görmek hep deja vu hissine neden olurdu. İşin daha garip tarafı sokak tamamıyla boştu. Binaların pencereleri kırılmıştı, boyaları dökülmüştü. Sokak ‘uzak durun!’ diye bağırıyordu. Bir tür çete işi olmalıydı bu. Şehirden o kadar da uzak değildik.
Jared şüpheyle ilerledi. Ve sokaktaki her deliği kontrol etmeye başladı. Li aniden zıpladı ve iki kat yüksekteki balkona kondu. Balkonlardan çatılara atlayarak sokağı inceledi. Yukarıdan hepimizi görebiliyordu. Her yeri kontrol eden Jared’i de ani bir saldırıya karşı koruyabilirdi.
Birbirlerinden hoşlanmasalar da Jared ve Li eğitimlerini birlikte aldıkları için iyi bir takımdılar. Genelde birbirlerinin arkasını korurlardı ama yarışma bittiği anda birbirleriyle dövüşmeye başlarlardı.
Sokağın ortasında duran boş, tahta kolileri gördüm. Adam büyük olasılıkla bunlara takılıp düşecekti. Ama sokaktaki hiçbir şeyi değiştirmedik. Bu bir işe yarayacak olsa elbette denerdik ama yaramazdı. Görü tam anlamıyla gerçekleşirdi. Eğer yoldan adamın takılabileceği her şeyi temizleseydik, kendi ayağına takılıp düşerdi, sonuç değişmezdi. Bu yüzden müdahale etmek için görü’nün son anına kadar bekleyecektik.
Güneş kayboldu, yarım saat için ortalık yeniayın karanlığına gömülecekti. Hepimiz yerlerimizi aldık. Bir planımız vardı.

1 yorum:

  1. sölyebiliceğim tek şey harika, süper, muhteşem 100 numara bende senin gibi yazıyorum ama kimseye okutmadım neyse lütfen devamını getir

    YanıtlaSil