21 Haziran 2009 Pazar

MİSTİK SAVAŞÇILAR III. Bölüm PUSU

Ann’in gözünden… (2.Bölümün bitişinin birkaç dakika öncesinden başlıyor)

Tuli’nin sarı saçlarının kapının ardında kayboluşunu izledim. Başımı çevirmedim. Kanae’nin yüzüne bakabileceğimi sanmıyordum. Onun bana baktığını hissedebiliyordum ama... Sessizlik birkaç saniye daha uzadı.
“Özür dilerim.”
Öfkeyle ona döndüm. “İki yıldır ortada yoksun ve bana tek söyleyeceğin ‘Özür dilerim!’ mi?”
Bu sefer gözlerine bakabiliyordum.
“Bu gücün nasıl olduğunu bilmiyorsun. Beni çağıran bir şey olduğu zaman gitmekten başka çarem kalmıyor.”
Söylemek üzere olduğum sözleri düşünürken içim acıyla parçalandı. “Eğer isteseydin, seninle gelmemi isteseydin ben…”
“Biliyorum. Ama senin bunu yapmanı istemedim. Benimle gelmeni ne kadar istediğimi anlayamazsın. Ama nereye gittiğimi, ne kadar süreceğini bilmiyordum, seni de…”
“Çok kötü bir yalancısın.”
“Yalan söylemiyorum Ann.”
Ne olduğunu anlayamadan beni kollarının arasına aldı. Siyah gözleri, düşündüklerini söylüyor gibi bakıyordu. Bakışlarımı kaçıramadım. Bana doğru eğildi. Birden içimde panik baş gösterdi. Onu iterek geri çekildim. Biraz da güç kullanmıştım bu yüzden benden birkaç adım uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Bir şey söylemesine izin vermeden fırtına gibi dışarı çıktım.
Hızlı adımlarla uzaklaştım ama bir yanım beni geri çağırmasını, beni düşündüğüne ikna etmesini istiyordu. Seslenmedi.
Öfkeyle arabanın kapısını açtım. Yüzümün Kanae’yle yalnız kaldığımız an kızarmaya başladığından emindim. Söyleyeceği ne vardıysa, yan koltukta oturan Li vazgeçti. Kapıyı çarpıp arabayı çalıştırdım.
Kanae beni delirtmek için var olmuş olmalıydı. Ona âşık olduğumu bile bile niye böyle yapıyordu? Buna verebildiğim tek cevap beni benim onu sevdiğim gibi sevmiyor olmasıydı. Hiçbir şey söylemeden çekip gittiğinde ne olduğunu başkalarından öğrenmek zorunda kalmıştım. Onu bir daha düşünmeyeceğime yemin etmiştim ve buna sadık kalmıştım da. Ama şimdi böyle yakınımda olunca, bana bakınca… Li’nin düşüncelerini hissettim, yüzümün kızarmasını komik bulmuştu.
Sapağı kaçırmamak için kendimi sakinleşmeye zorladım. Nereye gittiğimizi fark ettiği an yaşanacak patlamayı bekliyordum. Li, beline kadar uzanan kahverengi, dalgalı saçlarını savurarak bana döndü.
“Hayır! Ona ihtiyacımız yok!”
Cevap vermeyip yola odaklandım. Tuli, Li’nin öfkeli çıkışına bir an şaşırdı sonra nereye gittiğimizi o da anladı.
“J çok eğlenceli.” dedi gülerek. Li kollarını kavuşturup pencereden dışarı bakmaya başladı ve yol boyunca da bir daha konuşmadı.
Ağaçlı yoldan çıkıp başka arabalarla otoyolda ilerledik. Birbirinin benzeri bahçeli evlerden birinin önünde durdum. Tuli neşeyle gülerek, zili çalmadan, bahçenin arkasına dolaştı. Diğer evlerdeki insanların hepsi yaz tatilinde olduğu için sokak neredeyse terk edilmiş gibiydi.
Evin çevresinden dolandık. Jared birkaç metre ilerimizde, sırtı bize dönük çömelmiş, bahçeyle uğraşıyordu. Bahçe kuru havaya inat oldukça çamurluydu.
Sessizce gelmiştik ama bizi, en azından gerçek kan bağları olduğu için Tuli’yi hissetmesi gerekirdi. Yine de yerinden kıpırdamadı. Li’nin öfkesini hissettim. Yerden bir miktar çamur havalandırdı. Ellerinin arasında, havada, sıkarak suyu akıttı ve toprağı yumruk haline getirdi. Elini ileri uzattı ve toprak kurşun gibi Jared’in sırtına doğru uçtu.
Toprağın sırtına çarpmasını bekledim ama son anda sadece dönüp yüzüne doğru gelen toprağa bakacak kadar başını çevirdi. Topraktan yumruk havada patladı.
Jared sakince ayağa kalktı. Kanae’nin aksine onun kısa siyah saçları vardı ama en az Kanae kadar uzamıştı. Li’den sadece birkaç yıl büyük olduğu için hâlâ uzamaya devam ediyordu.
Gülümseyerek “Hoş geldiniz.” dedi, bunu sadece bana ve Tuli’ye bakarak söylemişti. Li’yi özellikle dışlamıştı. Arkamızda bir şeylerin havalandığını hissettim. Hemen Li’nin kolunu yakaladım, sakinleştiğini hissettim.
“Sen de hoş geldin, ama kafama bir şeyler fırlatmadan da gelebilirdin, sanırım.” Jared Li’ye yüzünü buruşturarak baktı.
Li’nin yüzü kızardı. “O zaman bizi fark ettiğinde arkanı dönme zahmetine katlansaydın.”
Bu itişmenin asla bitmeyeceğini veya kavgayla sonuçlanacağını deneyimlerimden bilerek konuya girdim. “Biz bir yere gidiyoruz. Biraz tehlikeli olabilir ama gelmek ister misin diye soracaktık.”
Tuli neşeyle ona görüsünü anlatmaya başladı. O, Li’den fazla olmasa da Jared’i çok severdi. Çünkü gerçekten yakın akrabalardı. Çaktırmadan Li’ye baktım. Bakışlarını çamurlu toprağa dikmişti.
O ve Jared’in yaşları birbirine çok yakın olduğundan çocukluklarını hep birlikte geçirmişlerdi. Ben ve Tuli’den önce Li’nin en yakın arkadaşıydı ama bu on yıldan önceydi. Yetenekleri benzer olduğu için eğitimlerini de beraber almışlardı. İkisinin arasındaki rekabet büyüklerce körüklendiği için sonunda arkadaştan çok rakiplere dönüşmüşlerdi. Sürekli yarış halindeydiler ve ikisi de birbirlerinden hoşlanmaz olmuştu. Karşılaştıkları zaman birbirleriyle kavga etmeden duramıyorlardı.
Bu durum açıkça ailedeki büyükleri hayal kırıklığına uğratmıştı. İkisi aynen benimle Kanae gibi güce sahip olmalarına rağmen, kan bağına sahip değillerdi. Akraba olmadıkları için birbirlerine uygun görülmüşlerdi. Li’nin hem annesi hem babası güce sahip olduğundan kendi de pek çoğumuzdan güçlüydü. Jared’in büyüklerinden sadece biri güce sahip değildi. İkisinin böyle kötü anlaşması can sıkıcıydı. Li bunu öğrendiğinde evlerinde çıkan patırtıyı hatırlıyordum. Evden kaçıp bana gelmişti. Ama bu Jared ile arkadaşlıklarının bitmesinden sonraydı.
Jared’in konuştuğunu fark ettim.
“Eminim size yardım etmemi sen istemişsindir. Ne de olsa hiçbir şeyi kendi başına halledecek kadar cesur olamadın.”
Li’nin damarına basıyordu. Ben engelleyemeden dört bir yandan çamurlar havalandı ve Jared’e doğru uçtu. Jared bu tepkiyi bekliyormuşçasına bizim tarafımızdan gelen toprakları patlattı. Tuli ve ben yeterince hızlı bir biçimde kalkan oluşturamadan her yanımız çamur oldu. Li içgüdüsel olarak yeterince hızlı bir biçimde kendini korumuştu.
Jared’in farkına varmadığı toprakların sadece bizim tarafımızdan havalanmadığıydı. Arkasından gelen toprak yığını sırtına ve başına çarparak onu yüz üstü yere düşürdü.
Jared eliyle yüzündeki çamurları silerek ayağa kalktı. Li yüzünde oldukça hain bir gülümsemeyle kollarını kavuşturdu. “4–2”
Jared bir şey söylemedi. Bu aralarındaki aptalca rekabetin sonucuydu. Her dövüşlerinin kaydını tutuyorlardı. Berabere kaldıklarında sıfırdan başlıyorlardı. Ve şu anda Li öndeydi. Bu da önümüzdeki günlerde arkasını kollamak zorunda kalacağı anlamına geliyordu. Bunu bizim yapmamıza izin vermiyordu. İkisi de aralarındaki kavgalara kimsenin karışmasını istemiyorlardı.
Jared tüm giysileri çamur içinde değilmiş gibi sakince konuştu. “Sanırım sizinle geleceğim, biri işleri batırmasına engel olmalı.”
Li hiçbir şey söylemedi. Atılan taşa rağmen aldığı puandan dolayı yüzündeki sırıtış silinmemişti. Jared de bunu fark etti. Yüzünü buruşturarak arkasını döndü ve dağılmış bahçeyle ilgilenmeye başladı. Jared yıllardır onun ismini söylememeye özen gösteriyordu, bu da inatlaşmalarının bir parçasıydı. İkisi arkadaşken ona asıl ismi yerine Li diyen tek kişi Jared’di. Ama bu hale geldiklerinden beri, Li, ben hariç kimsenin ona böyle seslenmesine izin vermiyordu. Jared de asla onun adını söylemiyordu.
Li’nin evine döndük. Annesi bize yemek hazırlamıştı. Masaya otururken en büyük olduğum için bana geleceğini bildiğim sorgu başladı.
“Kızlar, nereye gideceğinizi öğrendiniz mi?”
“Evet, Kanae söyledi.” Bu konuyu hemen geçtim. “Tuli tehlikede olan bir adamı gördü. Tuli’nin onu neden gördüğünü anlamaya çalışacağız ve kendimizi tehlikeye sokacak şekilde müdahale etmeyeceğiz. Görü gerçekleşmeden olaya karışmayacağız ve biter bitmez telefon edeceğiz.”
Li’nin annesi gülümsedi. O hatırlatmadan söyleyeceklerini saymıştım.
“Üstelik Jared de bizimle geliyor. Onun bir şeyleri patlatma gücü yanımızdayken, sorun olacağını sanmam.”
“Jared de mi?” Annesi Li’ye baktı. Ama Li başını eğmiş sabırsızca parmaklarını masaya vurduğu için onun Jared hakkındaki hislerinin değişmediğini anladı.
Tuli koşup haritayı getirdi. Ben de gideceğimiz yeri gösterdim.
“Şehrin dış kısımlarında, sokağın tam yerini bilmiyoruz ama biraz erken gidersek bulabileceğimizi sanıyorum. Şu dağın yakınlarında...”
Birden Li’nin annesinin yüzü asıldı.
“Bir sorun mu var?”
“Hayır, hayır, sanmıyorum, eminim yoktur.” Tekrar gülümsedi. Li ile göz göze geldik. Annesinin bu davranışı onun gibi bana da garip gelmişti.
Akşamki sohbetimizi havadan sudan konularla geçiştirdik. Okuldaki oğlanlardan ve başarabilirsek(!) yaz tatili için nereye gideceğimizden konuştuk. Li’nin annesi neredeyse hiç konuşmadı.
Sabah gün doğarken Tuli’yi uyandırdım. Li’ye doğru giderken gözlerinin açık olduğunu fark ettim. Acaba ne kadardır uyanıktı? Sessizce giyinip kahvaltı ettik. Biz evden ayrılırken gün daha yeni doğuyordu.
Jared’i almaya giderken. Li radyoda çalan tüm şarkılara yüksek sesle eşlik etti. Müzik onun en büyük zevklerinden biriydi. Bir de uzay, yıldızlara, kuyrukluyıldızlara, uzayla ilgili her şeye bayılırdı. Bu neşeli halinin Jared arabaya bindikten sonra takınacağı sessiz tavra (protestoya!) dayanabilmek için olduğunu biliyordum.
Gerçekten de Jared arabaya bindikten sonra ikisi de neredeyse hiç konuşmadı. Müziği biraz daha açıp onlara aldırmamaya karar verdim. Aşağı yukarı aradığımız yere vardığımızda akşam güneşi yeni kızarmaya başlıyordu.
Sokaklarda rasgele gezindim. Li’nin yüzünde ‘uçarak arasam şimdiye bulmuştum’ bakışı vardı ama Jared onunla dalga geçeceğinden söylemedi. Sonunda sokağı bulduğumuzda arabayı birkaç blok öteye park ettim.
Dördümüz sessizce yürüyerek sokağa geldik. Sadece görü’den bildiğimiz bir yeri görmek hep deja vu hissine neden olurdu. İşin daha garip tarafı sokak tamamıyla boştu. Binaların pencereleri kırılmıştı, boyaları dökülmüştü. Sokak ‘uzak durun!’ diye bağırıyordu. Bir tür çete işi olmalıydı bu. Şehirden o kadar da uzak değildik.
Jared şüpheyle ilerledi. Ve sokaktaki her deliği kontrol etmeye başladı. Li aniden zıpladı ve iki kat yüksekteki balkona kondu. Balkonlardan çatılara atlayarak sokağı inceledi. Yukarıdan hepimizi görebiliyordu. Her yeri kontrol eden Jared’i de ani bir saldırıya karşı koruyabilirdi.
Birbirlerinden hoşlanmasalar da Jared ve Li eğitimlerini birlikte aldıkları için iyi bir takımdılar. Genelde birbirlerinin arkasını korurlardı ama yarışma bittiği anda birbirleriyle dövüşmeye başlarlardı.
Sokağın ortasında duran boş, tahta kolileri gördüm. Adam büyük olasılıkla bunlara takılıp düşecekti. Ama sokaktaki hiçbir şeyi değiştirmedik. Bu bir işe yarayacak olsa elbette denerdik ama yaramazdı. Görü tam anlamıyla gerçekleşirdi. Eğer yoldan adamın takılabileceği her şeyi temizleseydik, kendi ayağına takılıp düşerdi, sonuç değişmezdi. Bu yüzden müdahale etmek için görü’nün son anına kadar bekleyecektik.
Güneş kayboldu, yarım saat için ortalık yeniayın karanlığına gömülecekti. Hepimiz yerlerimizi aldık. Bir planımız vardı.

MİSTİK SAVAŞÇILAR II. Bölüm GEZGİN

Ann bana gözlerini kısarak baktı. Bu fikirden hoşlanmadığı anlaşılıyordu. Tuli ağlamayı kesmişti. Ann onun koluna girip, Tuli’yi eve yürüttü. Ben Tuli’nin görüyü aldığı yere oturdum. Harekete geçmeden önce bu konuda düşünmeye ihtiyacım vardı.
Gördüğümüz sahneyi anlayamıyordum. “Kanının soğumasını istemem.” Ne demek olabilir? Bu bir şifre miydi? Ama adam onlardan ölesiye korkuyordu. Onu yakalayan insanlar adamı sapkınca bir deney için mi kullanacaklardı yoksa… Adamın bir gücü mü vardı? Bu sonucu anlayabilsem de beğenmedim. Olsaydı kullandığını görürdük, en azından aklından geçerdi.
Bizler bilim insanları tarafından ömrümüz boyunca test denekleri olarak kullanılmamak için güçlerimizi saklıyorduk. Ama onun gibi değil. Adam saf korku hissediyordu. Onlara karşı hiçbir savunması yoktu.
Adamı bulabilmek için nerede olduğunu bilmemiz gerekiyordu. Görüntülerde ipucu aradım. Bu kadar karanlık olması şart mıydı?
Görüntüleri taramaya devam ederek eve doğru yürüdüm. Evimiz ormanın içinde olduğundan etraftaki ağaçlarla gizleniyordu. Tahta iki katlı bir evdi. Bir de çatı katı vardı. Benim odam. Çoğunlukla pencereme oturup, hava soğuksa da yatağımda yattığım yerden yıldızları izlemeyi çok severdim. Aynı yıldızlara bakan milyonlarca insan olduğunu düşünmekten hoşlanırdım.
Tahta verandada ilerledim. Aralık kapıyı açtım. Ann ve Tuli salondaydılar. Girer girmez Ann konuştu.
“Olayın olmasına dört gün varmış.”
Tuli’ye baktım. Gördüğü şeyler nadiren gelecekten olurdu. Bu kadar kesin zamanı bilmesi daha da nadirdi.
“Bu, gerçekten önemli bir şey, değil mi?” diye mırıldandım kendi kendime. “Peki, onu nasıl bulacağız?
Ann hafifçe gülümsedi. “Bunu fark edeceğini sanırdım, yeterince karanlıktı.”
Yeterince mi? Hiçbir şey göremememin nedeni karanlıktı.
“Adamın üzerinde düşünecek zamanı olmadı ama başını kadına bakmak için kaldırdığında yıldızları gördü.”
“Ah,” Şaşırmıştım. “Günü biliyoruz ama saati bilmeden yeri bulamayız, ya da yeri bilmeden saati?”
“Eh, kuzey yarım kürede olduğunu biliyoruz.”
Ah, harika! Diyecektim tam Ann devam etti.
“Gece olduğunu da göze alırsak geriye sadece Kuzey Amerika kalıyor.”
Ona güldüm sonra aklıma geldi.
“Yeniay olacak. Karanlık bir gece... Sokaklara tek tek bakamayız yardıma ihtiyacımız var.”
Bunu söyleyince Ann kızardı. İçimden güldüm. Aynı anda kapı çaldı. Gelen kişiyle kan bağımız olduğunda onu hissedebilirdik. “Annem geldi Ann.”
Koşup kapıyı açtım. Annemin siyah uzun saçları ve gözleri vardır ve bizim gibidir. Hem annemin hem babamın gücü olduğundan ben potansiyel olarak güç açısından şanslıydım.
Annem gülümseyerek içeri girdi. Ann ve Tuli’nin içeride olmasını garipsemedi. İçeride olmasalar şaşırırdı. Son beş yıldır hep beraberdik.
“Tatlım, endişelisin. Üçünüz de, üstelik Tuli ağlamış. Neyiniz var?”
“Bir şey gördü Tuli ve eee…. Şey yani bi gidip bakmamız lazım gidebilir miyiz?”
“Nereye?” Ne kadar güçlerimiz olsa da annem anneydi işte.
“Bilmiyoruz, henüz. Bunun için de Kanae’yi görmemiz lazım.”
Annem Ann’e araba anahtarlarını attı. Benim kullanmama henüz izin yoktu. “Kanae aile büyüklerini ziyarete gitmişti ama şimdi evindedir. Dikkatli olun çocuklar ve geri geldiğinizde bana nereye gideceğinizi söyleyeceksiniz, uzaksa sizinle geleceğim.”
“Peki, anne.” Ona hoşça kal deyip koşa koşa arabaya bindik.
Ann sürücü koltuğuna oturdu ve oldukça yavaş sürmeye başladı. Aklından neler geçtiğini bilmiyordum ama iyice kızarmıştı. Kahkahalar atan ruh halimi hissedince dalgınlığından kurtuldu.
Güzel bir manzarası olan bizimkinden küçük taş evin önünde durduk. Kanae bizim gibi gücü olan biriydi. Aslında akrabamızdı, hepimizin. Ama kanlar bize gelene kadar o kadar karışmıştı, akrabamız sayılabileceğinden emin değildim. En geçmiş soyumuz üç kardeşin çocuklarına dayanıyordu. Çocuklarının çocuklarının torunlarına… Kan bağımız öyle azalmıştı ki onu hissedemiyorduk.
Ann kapıyı çaldı. Ve anında açıldı. Kanae bize gülümseyerek baktı.
“Sizi uzun süredir görmüyorum. Büyümüşsün Tuli, hadi içeri gelin.”
Onun peşinden eve girdik. Güzel bir evdi ama uzun süredir kullanılmadığı belliydi. Kanae bir süredir dünyayı geziyordu. Oturmadık, acelemiz vardı. Bunu fark etti.
“Kanae, bizim birini bulmamız gerekiyor.”
Kanae’nin gülümsemesi azaldı. “Ah, ben de beni özlediğin için geldiğini sanmıştım Ann.”
“Elbette.” Ann dudağını ısırdı ama söz bir kere ağzında kaçmıştı.
Kanae onun yüz ifadesine güldü ve Ann daha çok kızardı.
Ses çıkarmadan odanın içini inceledim. Kanae yetmiş yıldır dünyadaydı ve yirmi beş gibi gösteriyordu. Ann ile aralarında sadece yirmi beş yıl vardı ve bu bizim için hiçbir şeydi. Ann onu her gördüğünde sakin halini kaybeder çocuğa dönerdi. Az önceki gibi. Ondan hoşlandığını düşünüyordum ama ikisi de bu konuda herhangi bir şey demiyorlardı. Kanae yakışıklıydı bunu kabul ediyordum. Benden elli yaş büyüktü ve bu fazla olduğu için onunla hiç ilgilenmemiştim. Aslında normal insan yılına oranlarsak daha yeni genç kız oluyordum denebilirdi. Gösterdiğim yaşta hissediyordum ama şimdiye kadar kimseye âşık olmamıştım. Bazılarımız asla evlenmezdi, bu garip değildi. İnsan erkekleri aptal buluyordum ve onlara neden âşık olunabileceğini anlayamıyordum. Bu benim için bir muammaydı.
Ann ve Kanae’nin yeniden konuşmaya başladıklarını fark ettim.
“Aradığımız adam…”
“Adam?” Kanae‘nin aradığımız kişinin erkek olmasına takılması ne komikti.
“Evet, kim olduğunu bilmiyoruz. Ama dört gün sonra yeniayda onu kuzey Amerika’da bulmamız gerekiyor.”
Kanae buna şüpheyle yaklaştı. “Gösterin.” Elini Ann’in omzuna koydu. Ann görüntülere odaklanmak için gözlerini kapattı.
Kanae’nin en iyi olduğu konu bir şeyin nerede olduğunu bulmaktı. Aslında böyle tanımlamak yetmez. O dünyayı geziyordu çünkü nerede olması gerektiğine dair bir şeyler hissediyordu. Yani bilmeden geziyordu. Bize pek çok insanı bu şekilde kurtardığından bahsetmişlerdi.
“Hımm… Sanırım nerede olacağını biliyorum.” Kanae bir harita çıkardı. Eliyle gösterdi. Çok uzakta değildi. “Sizinle gelmemi ister misin?” Bunu direk Ann’e sormuştu.
“Hayır, biz hallederiz.”
Tuli ve ben önden çıktık ve arabada beklemeye başladık. Ann geldiğinde iyice kızarmıştı, tam ne olduğunu soracaktım ki…

20 Haziran 2009 Cumartesi

MİSTİK SAVAŞÇILAR I. Bölüm ÜÇ KAN

MİSTİK SAVAŞÇILAR

I. Bölüm


Üçümüzde oldukça sıkılmış bir halde oturuyorduk. Tuli pencerenin içindeki boşluğa oturmuş bir ayağını aşağıya sarkıtmıştı. Annie ise, kısaca Ann diyoruz, sadece onu sinirlendirmek istediğimde Annie diyordum, güneşlenir gibi gözlerini kapatmış, yatağımın başucunda ayaklarını sallıyordu. Bense yatağın ayakucuna yığdığım yastıklara gömülmüştüm.
Boğucu derecede sıcak bir gündü. Yaz tatilinin ortasındaydık ve şimdiden iple çektiğim tatilden bıkmıştım. Eh, en azından üçümüz de tatil planlarımız yattığı için kızgındık. Tuli iç çekti ve yeter artık diye düşündüm. Yatağımın üzerinde bağdaş kurdum. Ve birkaç karış havalandım. Ann güç kullandığımı hissederek gözlerini açtı.
Konuşmadı ama gözlerini kıstığını gördüm ve üzerimde hafif bir baskı hissettim. Yataktan biraz daha havalandım. Ann’in uyguladığı güç de arttı. Ellerimi yukarıya kaldırarak onun baskısını durdurmaya odaklandım.
Birden Tuli’nin kahkahasıyla irkildik. Bana bakarak kahkahalarla gülüyordu. O kadar ki neredeyse dengesizce oturduğu pervazdan düşecekti. Havada durmuş yukarıdan gelen görünmeyen şeylerle boğuşurken çok komik gözüküyor olmalıydım. Ona sırttım. Ann üzerime uyguladığı gücü kaldırdı ve ben de sessizce yeniden yatağa kondum.
Biz ailemizden gelen bazı güçlere sahiptik. Bu güçler kuşaktan kuşağa aktarılıyordu. Hepimizde benzer güçler vardı ancak her birimiz tek bir güçte en iyiydik. Benim gücüm telekineziydi. Yani cisimleri dokunmadan hareket ettirebiliyordum. Ben uçmak olduğunda ısrar etsem de herkes süzülmek dediği için öyle söyleyeceğim, çok iyi süzülebiliyorum. Yüksek yerlerden atlamayı seviyorum, ne yapayım. Yerden yükselebilmem ise sadece birkaç metre… Şimdiye kadar dört metreye hızla zıplamayı başardım. Ancak insanlar görebileceği için gücümün sınırlarını fazla zorlayamıyorum.
Ann iyileştirme gücüne sahip. Elbette diğer güçleri de var ama iyileştirmekte çok iyidir. Birçok kez benim ve Tuli’nin başını dertten kurtardı.
Tuli’nin yeteneği biraz daha karışık. O bazı şeyler görüyor. Bunlar basitçe bir öğretmen gelmediği için dersin boş geçeceği de olabiliyor, anlayamadığımız şeyler de.
Ailemizin bu güçler dışında bir özelliği daha var. Hepimiz, yani ailede güçleri olan herkes çünkü güçleri olmayanlar da var, normal insanlardan birazcık daha uzun yaşıyor. Yaşam süremiz yüz elli ile iki yüz arasında değişiyor. Tam olarak ne kadar olduğunu kimse bilmiyor. Çünkü aile fertlerimiz hiçbiri yaşlılıktan ölmedi. Güçleri nedeniyle başlarına çeşitli kazalar gelmiş. Bu bildiğim bir konu değil. Bahsetmekten hoşlanmadıkları şeyler var. Tuli henüz on beş yaşında. Ben yirmi yaşındayım. Ann ise neredeyse elli. Ancak ben on altı belki on yedi gibi gözükürken, Ann on sekiz yaşında gösteriyor, Tuli ise gerçek yaşını.
Ann ayaklarını sallamaya devam ederken bir ses duydum. Müzik setimin kapağı açıldı Ann ayağa kalkıp CDlerimi karıştırmaya başladı.
Bu sırada bir çığlık duydum ve şimşek hızıyla arkamı döndüm. Bir saniye önce Tuli’nin oturduğu pencere boştu. İçgüdüsel olarak uzandım ve Tuli’yi havada bulup durdurdum. Onu o şekilde tutmaya devam ederek pencereye çıktım. Ann endişeyle aşağı baktı ve alt katın ortasında havada debelenen Tuli’yi görünce gülmeye başladı. Tuli kendi de inebilirdi ama düşüşünü ne kadar yavaşlatsa da benim kadar rahat olmazdı.
Onu tutmayı bıraktım. Bir metreden aşağıya kondu. Başını kaldırıp kahkahalarla kırılan ikimize baktı ve onu yukarıya uçurmam için kollarını kaldırdı. Tuli’ye dil çıkardım. Küsmüş numarası yaparak bahçede yürümeye başladı. Kısa sarı saçlarını savurarak, zıplamaya başladı, bir yandan da koşuyordu.
Gerçekten de henüz çok çocuktu. Uzun yaşamanın bir etkisi de geç olgunlaşmaktı. Ann Tuli’yle ilgilenmeyi bırakarak müzik seçmeye döndü. Muse’dan bir parça seçmişti. Bu şarkıyı ben de seviyordum. Tekrar Tuli’ye baktım ve yere çömelmiş olduğunu fark ettim. Odamın penceresine sırtı dönük olduğu için emin olamıyordum. Yere oturup başını ellerinin arasına aldığını gördüm ve pencerenin pervazına basarak aşağıya atladım.
Hızla aşağıya Tuli’ye doğru uçtum. Yanına indiğimi duyunca başını bana çevirdi. Gözleri doluydu. Neredeyse ağlamak üzere gibiydi. Yüzündeki ifade tüylerimi ürpertti. Bir şeyler görürken yüzünde hep boş, korkutucu bir ifade olurdu. Buna bir türlü alışabilmiş değildim. Ama bu sefer acı çekiyormuş gibiydi. Ann’in yanımıza koştuğunu hissettim. Biraz geç kalmıştı çünkü pencereden atlamak gibi bir seçeneği yoktu.
Elimi Tuli’nin omzuna koydum. “Göster bana.”
Görüntüler gözümün önünde canlandı. Kendi omzumda Ann’in elini hissettim. O da benden alıyordu. Başta bulanıktı. Sonra bulanıklığın sebebinin karanlık olduğunu fark ettim.
Karanlıktı, ay ışığı yoktu, hiçbir ışık yoktu. O kadar karanlıktı ki ilerlediğim yolda duvarlara çarpıyordum. Canım yandı ama durmadım. Çünkü hayatım pahasına kaçıyordum. Arkamda sert bir çarpma sesi duydum ve istemeden korkuyla inledim. Ayağım önümdeki bir şeye takıldı ve yüzükoyun düştüm. Kaçma şansım kalmamıştı. Bu… Bu canavarlar beni öldürecekti…
“Ha ha ha ha. Ne sakar.” Arkamdaki karaltı ilgilenmiş gibi yanıma eğildi.
“İyisin değil mi? Boynunu kırmadığını umuyorum?” Kalp atışlarım hızlandı.
“İ-İyi.” diye mırıldandım.
Karanlıkta gülümsediğini fark ettim. O kadar karanlıktı ki sesini duyana kadar kadın olduğunu anlayamamıştım.
“Aferin sana,” dedi sessizce. “Kanının soğumasını istemem.”
Adam bağırdı. Aynı anda Tuli de bağırdı. Elim omzundan düştü ve görüntüler kesildi. Üçümüz de nefes nefeseydik. Kollarımı Tuli’ye sardım. Hıçkırmamaya çalışıyordu.
“Geçti Tuli’m. Yok bir şey.”
Tuli gözlerini iri iri açtı. “Daha olmadı.”
Bu cümle aramıza yıldırım gibi düştü. “O zaman endişelenme. Ann ve ben gidip o adamı bulacağız.”

HOŞGELDİN

Bilimkurgu-Fantastik hikayelerimi yazdığım sayfama hoşgeldin!